Bir odanın etrafında dizilen anılar olurdu, insanlar kadar…
Ve eve her gelen , göz hakkı , komşuluk hakkı diye getirirdi mutfağında pişen
yemekten…
Tabaklar sevgiyle hazırlanan yemeklerle dolardı….
Kilidi olmayan kapılarda, kilitsizdi dostluklar…
Ve evler ve sokaklar ve belki de şehirler bu kadar yalnız değillerdi ,
Sobanın etrafını saran sıcacık sevgileri bilenler,
Şimdi doğalgazın ısıttığı odalarda kimsesizler….
Sobalar vardı eskiden…hani ananemin evinde çocuk düşlerimi ısıtan, üzerinde
sevgilerin alevlendiği o sobalar….
Eskiden, çoook eskiden..ben henüz büyümemişken….
………………………………………………………..
Gülmeye, kahkaha atmaya hasret bir toplum olduk nicedir.Birbirini kucaklayan ,
derdine tasasına ortak olan insanlar nereye gittiler…her yeni gün, yeni umutlarla
başlamak için güne ,içimizi sevinçlere boğan güzelliklerimiz nerede artık?
Yüreğimizdeki duyguların rengi mi kararıyor; insan olduğumuzu, insana yakışır
yaşamamız gerektiğini nerede unuttuk biz böyle?
Çocukluğumuzdaki balonları arıyorum gökyüzünde, uçurtmaların
salınışını..parklardaki çocuk coşkusunu..evlerdeki huzuru, gelen giden
misafirleri, o kapısı gün boyu kilitlenmeden herkese açık olan
evlerimizi…birbirine balkondan seslenen, o birlikte yemeklerin yapıldığı,
paylaşmanın dayanışmanın yüzümüzü güldüren insanlarıyla dolu sokaklarını…
Kimliksiz, kalpsiz ve öksüz bir toplum olmaya bu kadar mı kucak açmışız,bu
kadar mı zarar vermeye ”açmışız’’?
Doğayı isyan ettirdik, önce onu tükettik…Sonra yetmedi.. birbirimizi tükettik .En
vahşi dediğimiz hayvanlar masum kaldı. İnsan insanı, insan hayvanı, insan her
canlıyı yok etmeye başladı.. …ve bunları izlerken tebessüm etmeye , normalmiş
gibi davranmaya devam ettik…
Modern yaşam dediğimiz hayat mı bu? Bu son derece yozlaşmış, taş yığını
olmuş şehirlerin yüreklerimizde de kurduğu taş yığını binaların sonucu.
Ruhumuzdaki odalarda, umutsuz korkak yalnız kaldık…
Biz oyun oynamayı, çocuk yanımızı özledik… Çocuklarımız oyun oynamayı
bilmiyorlar. İnternetin sayfaları arasında tuş sesini, misket sesinin yerine onlara
biz öğrettik. Anneyle ablayla oynanan evcilikler şimdi yerini sanal bir dünyada
tek kişilik masallara bıraktı. Oysa masallar kalabalıktır… Kötü kahramanlar hep
kaybeder, iyiler hep kazanır… Gökten düşen üç elmanın tadını kaç çocuk
bilebilir artık?
Mutfağımızdaki baharat kavanozlarını, hazır yemek kavanozlarına değiştik.bir
tutam tuz biraz biber bir tutam sevgiyle hazırlanan yemekler, konserve
kutucuklarda konserve olmuş yaşamlarımıza yenik düştü.Suni tatlarla suni
ruhlara büründük…
İş bulmak , para kazanmak savaş alanı oldu. Sadece parası olan adamcıklar, son
derece değerli, eğitim almış insanoğlunu yedi. Muhteşem bir toplumun içinde
zeka, tecrübe ve başarı; beyni boş, ama cebi dolu, kendini dünyanın lideri
gören bu adamcıklara yenik düştü. Para aşkı da huzuru da eğitimi de satın aldı.
Sözcüklerimizi, cümlelerimizi yitirdik… Mektuplarımız toplu mail bombasında
eridi.Standart, tek tip satırlarla bayramları bayram gibi, sevgiyi sevgi gibi
yaşamayı kutlamayı nerde bıraktık.Şekerlerin mutluluk tadını tatmak ne güzeldi
oysa….Kapıyı çalan ve o bayram kutlayan yüzler şimdi bitmek bilmeyen tatil
yollarında rehin kaldı.Ailemiz evimiz arkadaşlarımız cep telefonu uzaklığında
yalnız kaldı.Kırmızı pabuçların, yepyeni alınıp bayram sabahını bekleyen sabırsız
kıyafetlerin heyecanı, kim bilir ne için kaça satıldı?
Özlüyorum her şeyi… Ürkmeden yaşamayı, basit ve” sanal olmamayı”
özlüyorum. Doğanın içinde yaşayıp doğal olanı aramamayı özlüyorum.
İyi şeyler duymak istiyorum,buna hepimizin hakkı var…İyi ve temiz bir
deftere sil baştan başlamalı herkes kendini yazmaya,
Cümleleri olmalı sevdaların,
Güzellikleri dolmalı hayatın; içimize çektiğimiz her nefeste şükürler çıkmalı
gökyüzüne ..
Durma hadi insanoğlu ,yaşamın içinde savaş olacağına şenlikler başlat
mutlulukların için,
İnsana yakışır yaşamak için…özlediğin ne varsa hadi sil ve tekrar başla
Yaşamak adlı bu oyuna…..